Söğüt Ağacı

“Sana söylemem gereken bir şey var. Yoksa beni tamamen unuttun mu? Ben Yusuf. Yarattığın bütün güzelliklerden mahrum olup asla şikâyet etmeyen kişi.”
 
Ne kadar yaratılan tüm güzelliklerden mahrum olduğunu söylese de aslında sadece
gözleri kördür Yusuf’un. 45 yaşında bir profesör olan Yusuf’un iyi bir kariyeri, cennetim diye tabir ettiği mutlu bir aile hayatı vardır. Eşi Rüya’ nın onun gözündeki yerini şu diyalog anlatır bize filmin başlarında:
– Göz damlalarım nerede?
+ Orada, masanın üstünde.
– Gözlerim hala yanıyor.
+ Gel, sana yardım edeyim. Çay hazır. Ayrıca, Hanımefendi’ nin ev ödevini de yaptım.
– Bir de meleklerin yalnızca cennette olduklarını söylerler!
 
Sonra bir umut belirir Yusuf için. Paris’te bir klinikte yeniden tedavi olacaktır. Vakit kaybetmeden tedavi başlar. Evinden, ailesinden uzakta olmak zor olsa da 8 yaşında kaybettiği görme duyusunu yeniden kazanmak için sabreder bu gurbete. Bir gün hastane bahçesinde otururken şöyle seslenir Yaratıcı’ya:
“Beni unutmadın. Sen benimlesin ve beni korursun. Bir de lütufların tamamlansa.
Mademki elimden tuttun yalvarırım, yolumu aydınlat. Yalvarırım. Işığa başka herkesten daha fazla hasretim. Eğer bu karanlıktan çıkabilirsem daima seninle birlikte olacağım.”
Tedavi sonuç verir ve Yusuf yeniden görmeye başlar. Bir çocuk gibi sevinir bu
duruma. Onun görüyor olması en çok da yakınlarını mutlu eder. Bir büyüdür sanki bu, bir dua gerçek olmuştur.
Bir dua gerçek olmuştur olmasına ama açılan gözler önünü göremeyen bir
hayalperestlikle tanıştırır onu. ‘Melek’ lere benzettiği karısı gözünde değerini yitirmeye başlar önce. Diğer yandan bir öğrencisinin ona karşı yakın davranışlarından etkilenmeye hattan ondan hoşlanmaya başlar. Hatta bir gün elinde gül ile okulun kapısına gider. Çıkışta beklerken onun başka bir erkekle arabaya binip gittiğini görünce hayal kırıklığı yaşar. Ama hayal kırıklığı yaşayan başka biri daha vardır: Eşi Rüya. Yusuf’un başka birine karşı
hissettiği bu duygular onu incitir ve kızıyla birlikte evi terk eder. Durumu Yusuf’un annesi de öğrenmiştir. Annesi, hayatını ne hale getirmeye çalıştığını sorar. Cevap Yusuf’un ruh dünyasının nasıl bir dönüşüm geçirdiğini açıkça anlatır bize:
            “Hakkım olan hayatı istiyorum. Hayatımın en güzel yılları heba oldu. Etrafına bir bak, buna yaşamak diyebilir misin? (…) Artık kendi hayatımı yaşamak istiyorum.”
 
Önceden cennetim dediği hayatı artık hakir görmektedir Yusuf. Hem Yaradan’a verdiği sözleri unutmuştur hem de bunca sene çevresinin onun körlüğüne rağmen ona mutlu bir hayat sunmak için çaba sarfetmesine karşı nankörleşmiştir. Artık kimseye ihtiyacı olmadığını düşünmektedir, gözleri açılmıştır açılmasına ama kör bir hayalperestliğin peşinden sürüklendiğinin farkına varamamaktadır.
            Artık ‘görüyor’ olmanın mutluluğuyla tüm eski kitaplarını yakan Yusuf, kitapların küllerinin arasından hastane zamanlarından bir arkadaşının mektubunu bulur. O zamanlar iyi gören ama görme yetisini gittikçe yitiren arkadaşı artık kör olmuştur ve sormaktadır Yusuf’a:
“Ne zamandır görebiliyorsun?
Tatmin olabildin mi?”
 
            Filmin gerisini anlatmayacağım. Öyle sonu bilinince sürprizi kaçan filmler kategorisinde olduğundan değil, anlatmakla filmin gerçek anlamını ve güzelliğini bozuyor olduğumu hissetmemden. Ama şunu söyleyebilirim ki şükrü ve nankörlüğü bu kadar güzel anlatan bir filmle ilk defa karşılaşıyorum. Bir şey illaki olsun diye dua eden Yusuf’ un, duası gerçekleşince hayatının mahvolması ‘duanın da bir adabı var, ne isteyeceğini bilmeli insan’ sözünü akla getiriyor. Dinimizde ve kültürümüzde var olan hayırlı olanı istemeyi önceliyor bu anlayış. Filmde ise Yusuf’un eksik olduğunu düşünüp Yaratıcı’ya tamamlaması için dua ettiği şeyin gerçekleşince kendisini nasıl nankörlüğe ittiğini görüyoruz. Sanki şu ayeti anlatıyor gibi film:
“Ve düşünün ki Rabb’iniz şöyle
buyurmuştu: «Andolsun ki, şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım ve eğer
nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki, azabım çok şiddetlidir!»  
İbrahim Suresi 7. Ayet
            Şu anda Peygamber Efendimiz’in çocukluk dönemini anlatan bir film çekmekle uğraşan İranlı Yönetmen Majid Majidi’nin diğer filmleri de benzer güzellikte. Örneğin Children Of Heaven (Cennetin Çocukları) ve Color Of Paradise (Cennetin Rengi) aklıma ilk gelenler.
            Majid Majidi ve sinemasından ne zamandır bahsetmek istiyordum, nasip bugüneymiş. Yakın zamanda yeniden görüşmek üzere.

1 YORUM

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın!
Buraya lütfen isminizi girin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.