Yavuz Bahadıroğlu İle Osmanlı’ da Aile Üzerine Söyleşi – 2

(Önceki Yazı‘dan Devam)

Osmanlı’ da aile içi iletişim sohbetle oluşturulurdu. Biz sohbeti unuttuk. Birbirimizle konuşmuyoruz. Onlar her gün toplanır, birkaç ayet birkaç hadis okur, çocuk merak ettiklerini sorar, kendilerini yetiştirirlerdi. Her mahallede bir mescid vardı diyor ve yine
başından geçen bir olayı anlatıyor: Babamla bir köy evi yapıyorduk. Arsa dar ama babam evi farklı bir tarafa döndürmeye çalışıyor. Niye diye sorduğunda, kıbleye döndürmeye çalıştığını anlatmış babası. Cevap gecikmemiş: Ev namaz mı kılacak, biz döneriz kıbleye deyivermiş. Babası cevap vermiş: Genç adam sana bir şey söyleyeyim, evi kıbleye dönük olmayanın gönlü kolay kolay kıbleye dönmez!
                Sonra diyor Osmanlı evini, ailesini incelediğim zaman babamı anlamaya başladım diyor. Evler kıbleye dönüktü. Misafir evin en güzel tarafında ağırlanıyor. Şimdi en güzel tarafında televizyon duruyor. Aradaki farkı varın siz düşünün. Şimdi günde ortalama beş saat televizyon izleniyor, yetmiş senelik bir ömürde 17 sene eder. 10 sene de internet ve telefon başında geçiyor 27 sene. 30 sene de uyku, 57 sene. 10 sene çocukluk, neyin ne olduğunu bilmiyoruz, 67 sene. Peki biz ne zaman yaşayacağız? Hani insan ömrü uzamaz kısalmaz ama bereketlenir derler ya, işte televizyondan çalacağınız her dakika sizin ömrünüze, yaşamanıza hizmet edecek, çocuklarınızla buluşmanıza imkan sağlayacaktır. Babaların bu konuda çok daha talihsiz olduğunu düşünüyorum. Tamam 2 saat maç seyrettik, bir de 6 saat Erman Toroğlu yorumu niye dinliyorsunuz? Bir de kendi eşinizin yüzüne bakarken göstermediğimiz bir dikkatle seyrediyoruz. Onun için sadece Türkiye’nin barışa gitmesi yetmez, ilerde bu kavganın hortlamaması ailelerde barış manzarasının inşa edilmesine bağlıdır. Bu manzara ise konuşarak, sohbet ederek oluşur.
                Osmanlı ailesinde evler öyle dizayn ediliyor ki kadının mutlak hakimiyet alanını oluşturuyor. Biz devleti erkekler yönetiyor zannederken aslında kadınlar yönetiyor. Erkekleri de kadınlar yönetiyor çünkü çocukları da onlar yetiştiriyor.
                Evlerinde giriş kapılarının önünde saçak vardır. Yağmurdan güneşten korunmak isteyenler sığınsın diye. Bir sığındığı zaman hemen kapı açılır, efendim buyurmaz mısınız
diye. Şöyle bir anlayışı benimsemişler çünkü. Misafir on rızıkla gelir, birini yer içer dokuzunu bırakır. Böylece dostluklar, kardeşlikler tesis edilir. Mesela diyor İstanbul’da şehir  tuvaleti çok sonraları yapıldı. İhtiyacın olduğunda bir komşunun kapısını çalarsın.
İhtiyacını giderir, namazını kılarsın, ahbaplık kurarsın. Kimse kimseye Türk müsün Kürt müsün diye sormuyor. Fatih Sultan Mehmet’in bu konuda valilere gönderdiği bir fermanı var diyor ve ekliyor: İnsanlara Allah’ın soracağı soruları sormayacaksınız. Nedir onlar? Nasıl bir Allah’a inanıyorsun, nasıl bir Peygamber’e inanıyorsun. Bunları sormayacaksınız. Devlet olarak siz kılığını kıyafetini de sormayacaksınız, ne yediğini soracaksınız. Geçinebiliyor musun, eğitim alabiliyor musun, sağlık hizmeti alabiliyor musun diye soracaksınız.
Şimdi gelelim bize. Ben 1971′ de gazeteciliğe başladım. Hatice Babacan’ın baş örtüsü tartışılıyordu. Ben emekli oldum, neredeyse ölüm yaşındayım hala Hatice Babacan’ların baş örtüsünü tartışıyorsak burada bir arıza aramak lazım. İnsanlar kılığına, kalıbına kıyafetine göre birbiri hakkında yargıya varmamalı. İnsanın bugünüyle hükmetmek son derece yanıltıcı olabilir. Bugün ‘kötü’ gördüğünüz bir insan yarın sizden çok daha iyi olarak karşınıza çıkabilir. Bu bakımdan Allah’ın vereceği hükmü vermeye kimse kalkışmasın. Bugünlerde hosteslerin kıyafeti tartışılıyor. En son televizyonda birine dedim diyor Arkadaş biz uçağa bir yerden bir yere hızlı gitmek için biniyoruz, siz hostes seyretmek için mi
biniyorsunuz? Kıyafetinden bize ne. Bize vereceği hizmetle değerlendirilmez mi insan. Hala bu küçük meselelerle boğuşup duruyoruz.
Osmanlı bunları aşmıştı. Fatih’in yayınladığı beyannameye geri dönecek olursak,  inançlarında iki ibadetlerinde özgürsünüz diyordu. Mesela kapanmak istiyor açmışsanız zulümdür, açık durmak istiyor kapatmışsanız bu da zulümdür. Çünkü insanı istediği olmaya bırakmıyorsunuz. Allah diyor ki ben sorarım. Biz, biz hesap soruyoruz birbirimizden. Osmanlı bunu yapmamış ki, zorlamamış. Çünkü o zaman imtihan olmaz. Şimdi Araplara bakın, ezan okununca hemen seccadeye yatıp hızlıca eğilip kalkıyor tamaam eyvallah cennete vardım. Bu değildir ki, özü müslüman diye bir tabir var.
Namazın gayesi yürek adamına dönüşmek, mağfiret insanına dönüşmek.
İnançta özgürlük, ibadette özgürlük, kıyafette özgürlük. Fatih 550 sene önce sorunu
çözmüş. Hristiyanlara diyor ki rahipleriniz, rahibeleriniz, papazlarınız diledikleri kıyafette mülkümde gezebilecekler, yan gözle bakılmayacak, kem söz söylenmeyecek. Biz onları kendi dinimizi korur gibi koruyacağız.
Benim devletimin 550 sene sonra hristiyan azınlıklara verdiği hakları neden kendi çocuklarımıza vermiyoruz? Kim ne giyerse giysin, hosteslere şunu diyeceksiniz, nasıl istiyorsan öyle giyin kızım. Her yerde bunu sağladığınız zaman imtihan sırrı devreye girer. İyi insanla, doğru insan, yanlış insan ayrılır. Yoksa devlet zoruyla yaparsanız Araplar gibi olursunuz diyor.
                (Devamı İçin Tıklayın.)

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın!
Buraya lütfen isminizi girin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.