Hayata Çamur Atan Bir Belgesel: Dirt! The Movie

Blog açılalı beri ilk defa bu kadar uzun süre yeni bir şey yayınlanmıyor. En fazla ayda bir yoğunlaşan ve kağıda dökmem gerektiğini hissettiğim birçok yazı olmaya aday düşünceler bir word belgesine erişemeden kuvvesini kaybediyor beynimde. Bazılarını yazıya geçirmeye de başladığım halde sonunu getiremediğimi, bütünlüğe ulaşamadığımı
düşünerek yayınlamıyorum. Öyle ki, bir sürü yarısı yazılmış konular birikti
bilgisayarımda. Hepsi yarım bırakılmış, bir sebeple bitirilmemiş yazılar… Sanırım
hayatım da böyle. Yüzde yüz içime sinmiyor ya da tam olmuyor diye yarım bıraktığım
şeylerle dolu.
            Neyse 🙂 Burasını günlükle ayırt etmek lazım. Bundan sonraki, yani kendimi suçladığım, yaptığım hataları tenkit ettiğim, arada bir de 2. ve 3. kişilerin konuk olduğu
kısımları günlüğe bırakıp yazıya devam etmek istiyorum.

          Belgesel izlemeyi çok sevdiğimi biliyorsunuz artık. Belgesel Sinemayla Tefekkür adlı bir yazı da yayınlamıştım önceleri. Bugün size bahsetmek istediğim belgesel filmin
ismi: Dirt! The Movie. Film, çamuru anlatıyor. Evet yanlış okumadınız, çamuru. Hani şu her gün çiğneyip geçtiğimiz, arabamızın üstünde görünce sinirlendiğimiz, bazen erozyona uğrayıp yolu kapatan su ve toprak karışımından bahsediyorum. Vurgulamamın sebebi çamurdan bahsediyor olmam sizi yanıltmasın diye. Bir belgeselin çamuru anlatıyor olması garip gelebilir. Çünkü kültürümüzde hep kötü anlamlarda kullanılıyor çamur. ‘Çamur at’ diyoruz mesela birisini suçlamak için. Sonra ‘çamura batmak’ diyoruz kötü duruma düştüğümüzü anlatmak için. Birisi bize verdiği sözü tutmadığında ‘çamura yatıyor’ diyoruz. Neden böyle? Çamur bu kadar kötü bir şey mi ki, hep olumsuz cümlelerde kullanıyoruz onu?
             Bilmiyorum sebebini ama dini inanışlarımızla hiç özdeşleşmiyor bu deyimler. Mesela ilk insan olarak bildiğimiz Hz. Adem’ in adının anlamının İbranice’de çamur demek
olduğunu biliyor muydunuz? Sıkı durun. Hz. Adem’e eş olarak yaratılan Hz. Havva’nın adının anlamı ise yaşam demekmiş. Çamur ve yaşam. Üzerine düşünülesi bir durum.
              Araştırınca gördüm ki birçok dini inanış insanın çamurdan yaratıldığını söylüyor. Kitabımız Kuran-ı Kerim’de de birçok ayet var bu konuyla ilgili:
             “O, sîzi çamurdan yaratan sonra ölüm zamanını takdir edendir” (Enam 2).
             “O insanı (Ademi) bardak gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıktan yarattı (Rahman 14).
             “Ki o, yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı (Âdemi) yaratmaya da çamurdan başlayandır” (Secde 7).
             Bu ayetler insanın yaratılışının çamurdan başladığından bahseden ayetlerden sadece bazıları. Yaratıcı’ nın çamurdan bu kadar çok bahsetmesinin sebebi acaba nedir ? Varlıkların en üstünü konumundaki insanın çamurdan yaratılmış olması çamuru daha derinlikli irdelememiz gerektiğini söylemiyor mu sizce de..
             Belgeselde şöyle bir cümle geçiyor: “İnsanın ve topraktaki bakterinin DNA yapıları
incelendiğinde çok büyük benzerliklerin olduğu görülüyor. Yani sanılanın aksine fiziksel ve kimyasal açıdan baktığımızda bir mikroorganizmadan çok da farklı değiliz.”
Kısacası, sadece çamurdan yaratıldığımız için bile sonsuz saygıyı hak eden bir maddeden
bahsediyoruz ki günlük hayatımızda bize sağladığı yararlardan henüz bahsetmedik.
Çamur öyle bir şey ki, yediğimiz tüm meyvelerin, hastalıklarımızı tedavi için kullandığımız tüm bitkilerin, yakacak için kullandığımız odunların, karbondioksiti oksijene dönüştüren yeşil bitkilerin kaynağı. Ona nasıl saygı göstermeyiz değil mi, o olmazsa yaşam olur mu, ona zarar vermek kendimize zarar vermek değil de nedir.
Filmde bir de iddia var: Milletler çamura duydukları saygı ile orantılı olarak yükselmişler, ona saygısız davranmalarıyla düşüşe geçmişler. İlginç.
               Bence biz ülke olarak çamura saygı duymuyoruz. Sırf daha fazla ürün versin diye toprağa atılan kimyasalların haddi hesabı yok. Ya genetiği değiştirilmiş tohum kullanıyor oluşumuza ne demeli. Evet o ekinde daha kusursuz, daha güzel görünümlü hatta belki birkaç katı fazla ürün geçiyor eline ama hem insanları zehirliyorsun, hem toprağı. Araştırmalara göre tarlalara atılan ilaçların sadece %20’si bitkiye geçerken geri kalan %80’i toprağa ve yeraltı sularına karışıyor. Bu demek oluyor ki sadece toprağındaki ürünü pazarda sattığın kişileri değil tüm insanlığı zehirliyorsun.
               Sonra kanser neden bu kadar arttı diye, kısırlık neden artıyor diye sorarız. Yine
araştırmalara göre genetiği değiştirilmiş ürünler insanlarda kısırlığı artırıyor. Bir muhabbette şöyle demişti biri: “Bu tohumlar ne kadar garip. Çok güzel meyve veriyorlar, birkaç katı neredeyse ama verdiği ürünleri bir daha ekip ürün alamıyoruz. Gavur işini biliyor. Yeniden tohum satacak ya!” İşte böyle çiftçi amca, kendi üreyemeyen tohum senin üremene katkı sağlar mı dersin! Keşke bu tohumların amacı onu yeniden satmak kadar masum olsaydı. Gavur yapıyor işte!
Hindistan’da son 10 yılda yaklaşık (filmin yapım tarihi 2009) 200.000 çiftçi birçoğu alım
gücünün yetmediği haşere ilaçlarından içerek intihar etmiş. Haşerelerin bu kadar yaygınlaşmasının sebebi ise yine tahmin edeceğiniz gibi toprağa yapılan ilaçlamalar, kullanılan hormonlar. Yani toprağın yanlış kullanımı. Sanki toprağa saygı duymamakla silahı kendimize doğru çeviriyor ve tetiğe basıyoruz. Daha somut düşünürsek bir adam kanserden öldü diyoruz. Acaba onu öldüren hangi çiftçi ya da çiftçiler ? Biz sadece silahla öldürenlere katil diyoruz. Ya ürettiği hormonlu meyvelerle öldürenler nedir ! Üzerine düşünmek lazım.
Sözün özü, daha denecek çok şey var. Bu belgesel sizi birçok şeyi sorgulamaya itecek
emin olun. Rahatsız edecek, dünya biraz daha çekilmez ama biraz daha anlaşılır hale gelecek gözünüzde. Aşağıda youtube linkini paylaşıyorum. İzleyin, şiddetle tavsiyemdir.
               Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın!
Buraya lütfen isminizi girin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.