Bir İz Sürücü – Andrey Tarkovski

“Birden kendimi anahtarları o zamana kadar bana hiç verilmemiş bir odanın kapısında buldum. Benim her zaman girmek istediğim, onunsa rahatça elini kolunu sallayarak dolaştığı bir odaydı bu. Biri çıkmış, benim hep söylemek istediğim şeyi, nasıl yaptığını bilmeden ifade ediyordu.” sözleriyle açıklıyor İsveçli film yönetmeni Bergman, Tarkovski filmleriyle tanışmasını. Yine, ünlü yönetmen Akira Kurosawa ise onun ölümünden birkaç ay sonra yaptığı bir konuşmada “Hayatta olan film yönetmenleri arasında muhtemelen eşi menendi yoktur.” diyor onun hakkında.

Hayatında gazetecilerle yaptığı ropörtaj sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen yönetmen, “Şöhretim yüzünden birinin ilgisine mazhar olduğunu anlamak benim için bir yük. Beni sinirlendiriyor.” diyor konuşmasında. “Gazeteci sorusunu yönelttiğinde cevapla değil, notlarıyla ilgileniyor. Sohbet onu etkilemiyor, yalnızca işi için anlamlı. Kısacası bu tür sohbetler samimi değil, bu da beni küplere bindiriyor.” diye yakınıyor bu tarz ilgilerden.
Yönetmen olmaktan çok sanatçı olmayı önemsiyor hayatı boyunca. “Birine yönetmen olmayı üç ayda öğretebilirim ama bu onu sanatçı yapmaz.” diyor mesela. “Büyük sanatçının damgası budur, bize iç dünyamızı gösterir.” diyor sonra. Sinemayı ise diğer sanatlardan ayırarak farklı bir yere koyuyor hep. “Film, gerçekliği, zaman anlamında sabitler; zamanı muhafaza etmenin bir yoludur. Başka hiçbir sanat formu, zamanı bu şekilde sabitleyip durduramaz.” algısına neredeyse her ropörtajında değiniyor.
Çoğu kez, filmlerinin anlaşılmaması ile ilgili eleştiriler almasına rağmen üslubundan vazgeçmiyor Tarkovsky. “Her halukarda, herkes tarafından anlaşılmayı temel önemde görmüyorum. Sinema bir sanat formuysa -böyle olabileceğine sanırım hepimiz hemfikiriz- başyapıtların tüketim malı olmadığını, hem yaratıcılığın hem de içinden çıktıkları kültürün bakış açısından bir dönemin ideallerini ifade eden zirve noktaları olduğunu unutmamalıyız.”

Toplumsal meseleler, kadın ve erkeğin toplumdaki rolü gibi konular da bir toplum bilimci kadar ilgilendiriyor onu hayatı boyunca. Modern kadının erkeğin rolünü kapmaya çalışmasını her fırsatta eleştiriyor. “Bir kadının bir erkeğin işini yapabilmesi özel birşey değil, elbette ki yapabilir. Ama bu bir şey kanıtlamıyor.” diyor. Kadınların eşitlik söylemlerine ise şöyle cevap veriyor: “Tuhaf, çok tuhaf, bundan bahseden kadınlar erkeklerle benzerlikleri üzerinde duruyor, kadın olarak emsalsizliklerini anlamıyorlar…. Toplum içinde kesinlikle bir yer edinebilir; bir erkeğin işini yapabilir, ama bu onu kadın yapar mı? Hayır, asla.” Kazanılmış ya da kazanılacak kadın haklarının kendilerini onaylamaya yetmeyeceğini söylüyor ve ekliyor: “Tam tersine, bundan sonra aşağılanmayı hissedecek. ‘Neden’ diye soracak kendi kendine, ‘erkekten çok farklı bir insan olarak, bir erkeğin hayatını yaşıyorum?’. Bu sorunlar maneviyattan yoksun oluşumuzun işaretleri.”
“Bugün yatıp uyuduğumuzda, ertesi sabah kalkamayabileceğimizi biliyoruz. Çılgının biri bir düğmeye basarsa eğer, bu gezegen üzerinde hayatı silmek için üç bomba yeterli olacaktır. Bunun bilincinde olmadığımız söylenemez, ama sürekli unutuyoruz. Manevi ilgilerimiz o derece maddiyatın kölesi olmuş ki asla gündeme gelmemesi gereken meselelerle uğraşmamız gerekiyor. Toplumsal sorunlarımızın gelişmesi bizim çılgın maneviyat karşıtlığımızın bir sonucu.” Yine benzer bir söz de başka bir ropörtajdan: “Bence insan özü itibariyle manevi bir varlıktır ve hayatının anlamı bu maneviyatı geliştirmesinde yatar. Bunu yapamazsa toplum çöker.”

Maneviyattan bu kadar çok bahseden birine ölümden sonrası hakkında ne düşündüğü sorulmasa olmazdı. Öyle bir soruya ise şöyle cevap veriyor: “Hayatın yalnızca başlangıç olduğu kanısındayım. Bunu kanıtlayamayacağımı biliyorum, ama içgüdüsel olarak ölümsüz olduğumuzu biliyoruz. Bunu açıklamam çok zor, çünkü çok karmaşık. Yalnızca, ölümü görmezden gelen bir insanın kötü bir insan olduğunu biliyorum.” Ölümden korkmadığını, üzücü olan şeyin sevdiğiniz birinin ölmesi olduğunu ekliyor bir de.
Çokça bahsettiği konulardan biri de insanın önce kendini değiştirmesi gerektiği. “Belki  de en büyük suçumuz, kendi kendimizi değiştirmeden başkalarını değiştirme, başkalarına öğretme girişiminde bulunmamız.” Ve yine başka bir söyleşide şöyle diyor: “Hepimiz birşeylerle mücadele ediyoruz, kendi kendimizle mücadele etmek yerine.”
Kitaptan aldığım notlar daha uzayıp gitse de özet olarak bu kadar yeterli. Ropörtajlarda bahsi geçen filmleri (Stalker, Nostalgia, Solaris, Ivan’s Childhood) izledikten sonra bu kitabı okumak daha güzel olabilir. Ben okuduktan sonra izledim gerçi. Öyle de fena olmuyor 🙂

Üç yıldız attığım bir sözü daha varmış unutmadan:
“Film yapmak için paraya ihtiyacınız vardır. Şiir yazmak içinse tek ihtiyacınız kalem, kağıttır. Bu durum sinemayı dezavantajlı bir konuma sokuyor. Ama ben sinemanın hiç yılmayan bir yönü olduğunu düşünüyorum ve herşeye rağmen kendi filmlerini gerçekleştirmeye çalışan bütün yönetmenleri selamlıyorum.”
Hafif rüzgarlı bir Manisa gecesinden selamlar, sevgiler 🙂
*Şiirsel Sinema – Andrey Tarkovski Agora Kitaplığı Yayınları

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın!
Buraya lütfen isminizi girin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.