Göğü Delen Adam

Uzun süredir sipariş listemde bekleyen kitaplardan biriydi Göğü Delen Adam. Hani kaldı mı kalır ya öyle bekledi aylardır, hiçbir siparişe dahil olamadı. En sonunda satın aldım ve birkaç sayfasına başlayayım dediğim gün kitabı bitirmiş olarak buldum kendimi.

Kitap ne anlatıyor tek cümlede söyle denilse şunu söylerim: Günümüz modern teknolojisine ve medeniyetine dışarıdan bakan birinin gözünden bir Avrupa ve beyaz insan portresi çiziyor kitap. Medyaya, sinemaya, devlet ilişkilerine, insanların sorunlarına, ihtiyaçlarına eleştirel bir gözle bakıyor ve ötekileştirmeden samimi bir yaklaşımla bunu dile getiriyor.

Normal yaşamımızda günlük rutinlerimize, icra etmemiz gereken tekrarlara öyle alışıyoruz ki yaptığımız şeyleri sorgulamaz oluyoruz. En basitinden yerden yukarı doğru dikilen bir apartmanda alt alta üst üste hücrelerde yaşıyoruz ama yan kapı komşumuzu dahi tanımıyoruz çoğu zaman. Asansörde görürsek soğuk bir selam verip sanki zorla bir ortamı paylaşıyormuşuz gibi davranıyoruz. Ya da her gün reklamlardan üzerimize boca edilen ve ihtiyacımız olmadığı halde ihtiyacımız gibi hissettiğimiz birçok ürünü satın alıyoruz mesela. Onu gerçekten almamız gerekir mi diye düşünmüyoruz. Artık normalleşen bu yaşantılarımızı ele alıyor Göğü Delen Adam.

Kitaptan aldığım notlara geçmeden önce bir konuya değinmek istiyorum. Kitabı öneriyorum diye içerisinde bahsedilen her konuya koşulsuz şartsız destek veriyorum anlamı çıkmasın. Elbette kesinlikle onaylamadığım bazı düşünceleri de var yazarın ama geneli itibariyle çok ufuk açıcı ve yeniden düşünmeye itici bir kitap. Faydasının, zararından daha fazla olduğunu düşündüğüm için de sizlerle paylaşmak istedim.

Kitabın önsözünü yazan kişi şöyle bir giriş yapıyor: “Doğayla henüz iç içe bir insanın bizim kültürümüze hangi gözlerle baktığını öğrenmek biz beyazlar ve akıl insanları için bir değer taşıyor olsa gerek.”

Ve devam ediyor: “Haydi, eğitim yüzünden sağlığını yitirmemiş ve henüz doğal duygularını koruyan hataya açık bu Güneydenizi yerlisinin basit düşüncelerine ve bakış açısına kulak verelim.”

Para ve Kapitalizm

“Hep para ödemek zorundasın. Yani yürüdüğün yol için, kulübeni yaptığın yer için, gece yatacağın döşek için, odanı aydınlatan ışık için para vermen gerekiyor. Öldüğünde bile, öldüğün için ailen para ödemek zorunda kalır. Ayrıca bedenin toprağa verildiği için ve mezarına senin adına dikilen taş için de para ödemek gerekir. Avrupa’da para vermeden herkesin yararlanabileceği tek bir şey buldum: Hava. Havanın da yalnızca unutulduğu için parasız olduğunu sanıyorum.”

“Bu arada büyük bir haksızlık hüküm sürer. Çok parası olanların hepsi çok çalışmaz. Aslında herkes çalışmadan para kazanmanın yollarını arar. Mesela beyaz adam her ihtiyacını karşıladıktan sonra parası artarsa bir kardeşini tutar ve kendi elini pisleten işlerini ona yaptırır. Kendisinin neden olduğu pisliği ona temizletir.”

Peki neden para bu kadar önemlidir? O soruya da şöyle cevap veriyor:

“Çünkü beyazların dünyasında insanların ağırlığı yalnızca parasıyla ve onu ne kadar biriktirdiğiyle ölçülür. Yiğitliği, soyluluğu ya da zekasının parlaklığıyla değil.”

“Buna karşılık da varlıklı olan kendisine gösterilen saygının gerçekten kendisine mi yoksa parasına mı olduğunu kestiremez. Aslında saygı gösterilen genellikle parasıdır.”

Bu bölümün sonunda ise kendine şöyle bir çıkarım yapıyor yazar: “Biz, konukseverliği ve uzattığı her meyve için bir karşılık bekleyenleri hor gören geleneklerimizi sevelim. Birinin  her şeyi varken her şeyi varken diğerinin hiçbir şeyi olmamasına izin vermeyen geleneklerimizi sevelim.”

Film, Haber Bültenleri ve Sosyal Medya    

            Sinema salonunda film izleyenler için şöyle diyor yazar: “Ama Papalagi’nin gözleri böylesine güzel ya da korkunç şeyleri görürken kendisinin sus pus oturması gerekir. Sadakatsizlik eden kızı azarlayamaz, diğer kişinin yanına fırlayıp ona yardım edemez. Aslında bunun acısını da duymaz. Bütün olup biteni yüreği yokmuş gibi duygusuz bir şehvetle seyreder.”

Film izlemenin bizde artık bir çok şeyi normalleştirdiği bir gerçek maalesef. Televizyonda birisini öldürülürken izleyince kimsenin gözünden yaş gelmiyor artık. Hatta kanallar, kaza haberlerini kaydeden kameraların görüntüleri ile beraber veriyor haber bültenleri. Yani bırakın üzülmeyi, etkilenmeyi daha seviyoruz bile başkasının zor duruma düşmesini. Hakikaten durumumuz içler acısı.

Peki film izlemekten çıkınca neler değişiyor beynimizde:

“Bu acının sonunda yalancı yaşamlar mekanından çıkan Papalagi’lerin çoğu artık bu yaşamı gerçek yaşamdan ayırt edemez duruma gelirler. Kafaları bulanır, kendilerini yoksulsa varlıklı, çirkinse güzel sanmaya başlarlar. Ya da gerçek yaşamlarında yapmayı akıllarının ucundan geçirmeyecekleri rezillikleri yaparlar.”

Evet her film için bunu söyleyemesek de günümüz film izleyicisini durumu genel olarak bu maalesef. Haber bültenlerinin hali zaten ortada. Bakın onları da şöyle anlatıyor:

“Özellikle kötü ve acı verici olaylar, iyi olaylara göre çok daha ayrıntılı anlatılır; hem de tek bir noktası bile atlanmamacasına. Sanki kötüyü anlatmaktansa iyiyi anlatmak daha önemli daha keyifli değilmiş gibi.”

Bugün hangi haber bültenini açarsanız açın durum bu. Garanti veriyorum on haberden yedisi cinnet, tecavüz, adam öldürme ve araba kazası içeriklerinden oluşuyor. Bunun hiç kimseye bir faydası olmadığı, hatta zararı olduğu halde neden yayınlanıyor peki? Bilmiyoruz henüz ama bence hastayız hepimiz, ondan.

Gazetelerden bahsetmeye devam ediyor yazar: “Ama gazetenin bizim ruhumuz için kötü olan yanı bu değildir. Asıl kötü olanı, şunun bunun hakkında, ulu şeflerimiz hakkında, başka ülkelerin şefleri hakkında olup biten ve insanın yaptığı her şey hakkında nasıl düşünmemiz gerektiğini söylemesidir. Gazete bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye çalışır.”

Gerçekten de öyle değil mi? Medyanın bize yararı mı daha çok zararı mı, bu konuyu bir kez daha ele almak lazım ne dersiniz. Bu bölümü şöyle bitiriyor yazar: “Yalancı yaşamlar mekanı ve bir sürü kağıt(gazete) Papalagi’yi bugünkü hak ettiği yere getirmiştir. Gerçek olmayanı sevip gerçek olanı ayırt edemez olmuştur; yani suretini Ay’ın kendisi sanan, yazılı hasırı yaşamın yerine koyan güçsüz, kafası karışmış insanlar.”

Bahsedilen Papalagi’ler Bizleriz

Evet işte o kitap boyunca bahsedilen Papalagiler biziz. Medya tarafından sürekli yönlendirilen, reklamlar tarafından sürekli ihtiyaçları belirlenen, her attığı adımdan para alınan, sürekli algılarıyla oynanan, değerleri elinden alınsa bile ses çıkarma kuvvetinden artık yoksun bırakıldığı için tepki göstermeyen tembel beyinli insanlarız. Ama moderniz, ama şehirliyiz! Bir şeyleri daha hızlı yapmak, bütün ihtiyaçlara daha hızlı ulaşmak mı acaba sadece medeniyet dediğimiz şey. Şimdilerde öyle. Bakalım bu her geçen gün insanlık olarak geriye gidişimizin ne zaman farkına varacağız?

Ekleyeceğim Bir Şey Var

            O da şu ki, bu kitap şehir modern yaşantısının her şeyini eleştiriyor diye tabi ki her şey kötü değil. Yani mesele hadi hep beraber şehir yaşamını kötüleyip hepimiz köye göçelim de değil. Bu kitap çevremizde olup biten gelişmelere daha eleştirel bir gözle bakabilmek noktasında önemli. Bir teknolojik gelişmenin bize kazandırdıkları yanında kaybettirdiklerini de hesaba katıp önlem almak gerektiğini anlamalıyız yani bu kitaptan. Yoksa her teknolojik ve modern gelişmeye kuru kuru karşı çıkmak zaten akıl karı değil.

Son olarak, kitapta yer alan birçok bölümden sadece ikisinin notlarını paylaştım sizlerle. Daha birçok konuda ilginç tespitleri var yazarın. Bence kütüphanenizde bulunması gereken bir kitap. Onun için alın okuyun, en az bir defa. Bu tarz eleştirel metinleri sevenler içinse bir defa okumak zaten yetmeyecektir, emin olabilirsiniz.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın!
Buraya lütfen isminizi girin.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.